KAMURAN ESEN
Paylaş
  • Linkedin
  • Pinterest
  • Whatsapp
  • Telegram
  • Reddit

ESKİ TÜRKİYE

ESKİ TÜRKİYE
A- A+ Paylaş

Bir ‘Yeni Türkiye ‘  söylemidir gidiyor. Dünyanın yaşını düşünecek olursak, Türkiye Cumhuriyeti zaten çok yeni. Yüz yaşını daha geçtiğimiz 29 Ekim’de kutladık. Türkiye Cumhuriyeti’nin adı mı değişti, yönetim şekli mi değişti; değiştirilemez maddeleri mi değişti? Hayır. O nedenle Türkiye’nin farklı bir ada, farklı bir tanımlamaya ihtiyacı yok. Devletimizin adı Türkiye Cumhuriyeti’dir; demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir. Elbette devletimiz zamanla gelişecek, güçlenecek, Atatürk’ün hedef gösterdiği çağdaş uygarlık yolunda ilerleyecek. Olması gereken bu ilerleme, devlete yeni ad verilmesine sebep olamaz, olmamalı. Sadece, ‘Türkiye’nin son yılları’  veya ‘ Türkiye’nin eski yılları’ şeklinde ifade edilebilir.

Bazılarının’ Eski Türkiye’  dediği o yılları şöyle bir düşündüm de, aklıma öyle güzellikler geldi ki. Bugün artık göremediğimiz, özlediğimiz güzellikler. Her şeyden önce; insanların birbirine sevgi duyduğu- saygı gösterdiği, hoşgörülü olduğu, empati yapabildiği, birlikte yaşadığı vatandaşına güven duyduğu; siyasi görüşünü, dinini, cinsiyetini dikkate almadan insanları sevdiği günler. Bazı siyasiler tarafından ayrıştırılmadığımız, gruplaştırılmadığımız o güzel günler özlenmeyecek gibi değil. Bu özlemlerimden hemen aklıma gelen birkaç örnek vereyim:

Eskiden, sonbaharın sonunda ağaçların meyvesi toplanırken, kuşların hakkı bırakılırdı ağaçlarda. Ne kadar takdir edilir bir davranış, ne kadar büyük bir gönül zenginliği.

Evden çıkarken kapı kilitlenmezdi, Mudurnu gibi küçük yerleşim birimlerinde. Kapının tokmağında bulundurulan ip, bir çiviye dolandırılırdı. Bu, biz evde yok’uz işaretiydi.

Günümüzde, kimse anahtarını komşusuna bırakmaya bile tereddüt ediyor mutlaka diye düşünüyorum. Çünkü, insanlara olan güvenimizi yitirdik.

Harman yerine, tarlaya yemek götürülürken, fazladan bir iki kaşık – çatal da konurdu. Belki bir Tanrı misafiri gelir diye.

Ocakta pişen yemeğin kokusu kapıya gelen kişiye gelmiştir düşüncesiyle, kendisine o yemekten bir lokma tattırılırdı.

Sabahın erken saatinde dükkânını açan esnaf, kendi dükkânının önünü süpürürken, komşusunun dükkânının önünü de süpürürdü. Siftahını yapan esnaf, gelen müşterinin istediği eğer yan komşuda varsa ve komşusu siftah yapmamışsa, müşteriyi ona yönlendirirdi,” Ben siftah yaptım.” diyerek. Alın size Ahilik Kültürü.

Günümüzde ise, herkes kendi derdine düşmüş. Ya da düşmek zorunda kalmış. Bırakın bir esnafın sizi komşusuna göndermesini; aldığınız bir şeyi elinizde görürse, “Bundan bende de vardı.” diyebiliyor. İstisnalar var tabi. O istisnaların çoğalmasını diliyorum.

Komşuda cenaze varsa, birkaç gün radyo açılmazdı. Gezmelere gidilmezdi, misafir kabul edilmezdi. Mudurnu’da bu güzellik hâlâ devam ediyor diyebilirim.

Pazardan alınanlar, alamayanların canı istemesin diye ağzı kapalı çantalarda taşınırdı. ( Bu çantanın adı Zenbil’di. Yani, içindekileri sadece sen bil. Söylene söylene sen bil, zembile dönüştü.) Günümüzde birçok kişi, yediklerini, içtiklerini sanal âlemde paylaşıyor. Alamayan var, yiyemeyen var diye düşünmeden.

İhtiyaç sahiplerine yapılacak yardımlar, gizli yapılırdı. Örneğin, bu amaçla kullanılan sadaka taşları, genelde cami ve türbelerin köşelerinde bulunurdu. Zenginler gösterişten çekindiği için sadakaları bu taşlara koyar, fakir de gece gelip ihtiyacı kadar olanını alırdı.  Günümüzde yapılan yardımlar, sanal âlemde paylaşılıyor. Yardım edilen çocukların fotoğrafları paylaşılıyor boy boy. Bunun, o çocukların üzerinde ne kadar kötü bir etki bırakacağını düşünmeden. Başkalarını teşvik etmek için duyurmak doğru olabilir. Ancak, yardım alan çocukların fotoğraflarını paylaşmanın mantıklı bir açıklaması olamaz. Ben yıllardır üniversite öğrencilerine burs temin ediyorum, yardımseverler sayesinde. Burs verenler, kime verdiklerini bilmiyorlar; burs alanlar da, burs verenleri bilmiyorlar.

Eski günlerin birkaç güzelliğinden söz ettim sadece. Yazılacak o kadar güzellik var ki, artık bugün yaşanmayan. Gelişen teknoloji her şeyi ayağımıza getirdi ama, bizi özümüzden uzaklaştırdı. İnsanın ne dirisine saygı kaldı, ne ölüsüne. Geçenlerde Bolu’da bir mezarlığın duvarına büyük harflerle yazılan şu cümleyi görünce nutkum tutuldu: ”Ölmek dert değil de, kefen tarzım değil.”  Biz nasıl bu hale geldik? Mezarlığın yanından geçerken, orda bulunan ölmüşlere Fatiha okuyan, mezarlıktan ders çıkaran, bu dünyanın ne kadar fani olduğunu bir kez daha idrak eden biri olarak çok üzüldüm ve utandım, o cümleyi sanki ben yazmışım gibi.

Evet eskiden birçok şeyden mahrumduk, olanaklarımız bugüne göre çık kısıtlıydı. Ama mutluyduk. Sahip olduklarımızla mutlu olmayı biliyorduk. Mütevazıydık. Bugün birçok olanağımız var, ya da birçoklarının olanakları var. Ancak,  sahip olduğumuz olanakları olması gerektiği gibi kullanmıyorsak, neye yarar? İnternet yüzünden yozlaşan toplumu düşünün, biten evlilikleri düşünün, cep telefonuyla insanları dolandıranları düşünün, onlarca kanallı tv’de  rezil sabah kuşağı programlarını, aile sırlarının nasıl ortaya döküldüğünü düşünün. Böyle teknoloji olmaz olsun. Her şey, bilinçli insanların eline geçince bir anlam ifade eder. Biri bir kibritle ocağı tutuşturur, yemek yapar; bir başkası, ormanı yakar.

Demem o ki ‘Yeni Türkiye ‘ ifadesi,  susuzluğumu kandırmıyor, özlemimi dindirmiyor. Türkiye’min eski yıllarını çok özlüyorum. Kaybettiğimiz o güzel değerlerin bıraktığı boşluklarda savrulup duruyoruz çünkü. Yükselen değerler, ayaklar altında. Herkes her şeyi bildiğini sanıyor, saygısızlığı ve ukalâlığı özgüven,  başkasının hakkını yemeyi açıkgözlülük, adam kayırmayı- torpil yapmayı, yakınına sahip çıkmak sanıyor vs.

Kısacası, eski Türkiye’nin insanıyım. Eskinin güzelliklerini yaşatmaya devam edeceğim kendi çapımda. Herkes aynı şeyi yaparsa, toplum silkinir, kendine gelir, yozlaşan toplum bir nebze olsun düzelebilir. Bir kişiden ne olur, demeyin. Unutmayalım: “ Bir kişi, bazen çok kişidir.” O bir kişi peşinden birilerini sürükleyebilir. Hele hele bu kişiler, yöneticilerimiz olursa.

Son olarak: Yerel seçim sürecine girdik. Bu süreçte başta adaylar olmak üzere, partisini ve adayını destekleyenlerin, rakiplerine karşı saygılı, hoşgörülü olmalarını istiyorum, eski günlerdeki gibi. Özellikle Mudurnu’da. Kırıcı olmadan, kötü söz söylemeden, hakaret etmeden, iftira atmadan. Sonuçta, her gün birbirimizin yüzüne bakacağız, Mudurnu’nun havasını, suyunu, ekmeğini paylaşacağız. Düğünümüzü birlikte yapacak, cenazemizi birlikte kaldıracağız.

“Seçim biter, geçim kalır

Sandık gider, seçmen kalır.”

Sağlık ve esenlik dileklerimle hoşça kalın sevgili okuyucular.

 

 

 

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

4 yorum yapılmış

  • Yener Aksel (2 ay önce)
    Kamuran Hanım, yazınız okuyuculara ders verir nitelikte. Kaleminize sağlık. Yazılarınızın devamını dilerim.
    0
    0
    Yanıtla
  • Teşekkür ederim Yener Abi. Selâmlar.
    0
    0
    Yanıtla
  • Meryem (2 ay önce)
    İmrenerek okudum keşke hep öyle güzel kalplerle baksa herkes dünyaya
    0
    0
    Yanıtla
  • Kamuran Esen (2 ay önce)Meryem isimli kullanıcı yorumuna
    Teşekkür ederim Meryem Hanım. Dileğiniz, dileğimdir. Sevgiler.
    0
    0
    Yanıtla

KAMURAN ESEN yazıları